Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinde bir haftadır kayıp olan 16 yaşındaki Hasret Akkuzu’nun cansız bedeni su kuyusunda bulunmuş, 16 yaşında bir kız çocuğu ise “karnım ağrıyor” diyerek hastaneye başvurmasının ardından doğum yapmıştır. Yaşanan bu iki olay, ülkemizde çocukların nasıl bir güvensizlik ortamında yaşadığını bir kez daha göstermiş, ülkemizdeki en derin toplumsal yaralardan birini yeniden gün yüzüne çıkarmıştır: “Bir çocuk hamile olmamalıdır.”
Bu olaylar sadece bireysel bir trajedi değil; ülkemizde eğitimden sosyal politikaya, çocuk koruma sisteminden toplumsal cinsiyet eşitliğine kadar her alanda içten içe çürüyen ve çöken bir toplumsal ve siyasal düzenin sonucudur. İki kız çocuğu da son dönemde benzer biçimde yaşamını yitiren, istismara maruz kalan, çocuk yaşta doğum yapan diğer kız çocukları gibi örgün eğitim dışında kalmış, açık lise öğrencisidir. Bu durum, çocukların örgün eğitim sürecinden koparıldığında nasıl savunmasız, güvencesiz ve yalnız kaldıklarının, yaşamlarının nasıl tehdit altında olduğunun en somut göstergesidir.
Bugün açık lise uygulaması, birçok kız çocuğu için bir “eğitim hakkı” değil, tam tersine “eğitimden uzaklaştırmanın ve görünmezleştirmenin bir aracı” haline gelmiştir. Okuldan kopan her çocuk, yalnızca öğrenme hakkını değil, korunma hakkını da kaybetmektedir. Eğitimden uzaklaşan her çocuk, özellikle de kız çocukları, çocuk yaşta zorla evlilik, şiddet ve istismarın hedefi haline getirilmektedir. Eğitim politikalarının çocukların gelişimi, güvenliği ve geleceği için değil; piyasa çıkarları ve gerici ideolojik hedefler doğrultusunda şekillendirilmesi, doğrudan doğruya çocukların yaşamını tehdit eden sonuçların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Son yıllarda iktidar eliyle yürütülen politikalarla zorunlu eğitimin fiilen kısaltılması, çocuk yaşta “açık lise”ye yönlendirme uygulamaları, karma eğitim ile çelişen uygulamalar ve yoksul çocukların okuldan koparılması, çocukların eğitim hakkını olduğu kadar, yaşam hakkını da doğrudan tehdit eder hale gelmiştir.
Devletin asli görevi, her çocuğun kamusal ve güvenli okullarda, nitelikli öğretmenler eşliğinde eğitim almasını sağlamaktır. Ancak yıllardır uygulanan piyasacı, dinci, gerici, cinsiyetçi eğitim politikaları; laikliği, bilimi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini hedef alarak, çocukları korumasız bırakmıştır.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, toplumsal cinsiyet eşitliği derslerini müfredattan kaldırmak, karma eğitimi tartışmaya açmak çocuk istismarının önünü açan, çocukların yaşam hakkını yok sayan karanlık politik tercihlerdir.
Eğitim Sen olarak bir kez daha yineliyoruz:
Eğitim, çocukları yaşamdan, toplumdan ve eşitlikten koparan değil; onları güçlendiren, koruyan, özgürleştiren bir süreç olmalıdır. Kamusal, bilimsel, laik, cinsiyet eşitlikçi ve anadilinde eğitim; yalnızca bir pedagojik tercih değil, “çocukların yaşam hakkını korumanın en temel güvencesidir”. Katledilen, 16 yaşında doğum yapan her kız çocuğu, bu ülkenin eğitim sistemine ve sosyal politikasına yöneltilmiş bir “suç duyurusudur”. Bu nedenle asıl sorumlular sadece failler değil, bu düzeni yaratan ve doğrudan çocukların yaşam hakkını tehdit eder hale gelen politikalardır!
Eğitim Sen olarak, tüm çocukların güvenli, eşit, özgür bir yaşam sürebilmesi için kız çocuklarını açık liselere, yoksulluğa ve istismara mahkûm eden politikalara karşı mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Eğitim-Sen