MEMUR

Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Bölüşüm Şokunu Yaşıyoruz

Korkut Boratav, Kamucu Tavır'a konuştu: Cumhuriyet Tarihinin En Büyük Bölüşüm Şokunu Yaşıyoruz

Kamucu Tavır Dergisi'nde yayımlanan söyleşi şekilde:

Kamucu Tavır:

Ekim ayında Cumhuriyet’in 102. yılını selamlarken Cumhuriyet ve emek çi sınıflar üzerine değerlendirmelerinizi almak istedik. Cumhuriyet’in kuruluşu ve emekçi sınıflar ilişkisi nasıl ele alınabilir?

Korkut Boratav:

Cumhuriyet kul olmaktan yurttaş olmaya geçiş demektir. Esas olarak bir ortaçağ düzeninin yıkılmasıdır. Osmanlı, ortaçağ kurumlarını özellikle üst yapıda büyük ölçüde koruyan bir devletti. Dolayısıyla Cumhuriyet bir özgürleşme adımıdır. İlk aşamada her vatandaşa oy hakkı veriliyor ama (unutmayalım ki) parlamento seçimleri uzun süre iki dereceli devam ediyor. Cumhuriyet’in kitle tabanı çok geniştir; emekçiler de buraya girer. Kuruluşunda Cumhuriyet’in dayandığı emekçi sınıfların önemli bir bölümü beyaz yakalılardır. Cumhuriyet, bir anlamda da, öğretmenlerin rejimi olarak toplumsallaşmıştır.

Cumhuriyet’in ideallerini taşıyan, yurttaşlık bilincini yerleştiren, özgür düşünceyi besleyen öncüler öğretmenlerdir. Ben de bir öğretmen ailesinden geliyorum. Anneannem, 20. yüzyılın başlarında ailemizin öğretmenlik geleneğini başlatıyor. İki kızı da öğretmen oluyor ve bu kızlar da iki öğretmenle evleniyorlar. Şu anda benim bir torunum da öğretmen oldu. Ailedeki 15’nci öğretmen.

Kamucu Tavır:

Ne güzel bir öğretmen geleneğine sahipsiniz.

Korkut Boratav:

Annem Cumhuriyet’in ilk öğretmen kuşağından. Türkiye’ye modern eğitimi getiren, Latin alfabesini öğreten onlar. Rumeli göçmeni bir aile… Rumeli, Türkiye’nin modernleşmesinde Cumhuriyet’in öncülü olan istibdada karşı mücadelede önemli bir yer tutar. Tesadüf değil tabii bu. Avrupa’nın aydınlanmacı tohumları Rumeli’de, Selanik gibi çokuluslu ve çok kültürlü şehirlerde filizleniyor. Burada Cumhuriyet’in kuruluşundaki kongreler deneyimine de değinmek gerekir. Cumhuriyet, kongrelerle kuruldu. Kongre deneyimi Bolşevik devriminin ürünü olan Sovyet örgütlerinin izlerini taşır. Bu kongreler kurulurken yerel sınıfları mümkün mertebe temsil etti. Kongrelerde Tıbbiyeliler, Harbiyeliler, Mülki yeliler ve tabii öğretmenler yer aldı. Burada şunu vurgulamak istiyorum: Emekçiler derken kendimizi asla unutmayalım. Bizler de eğitim ordusunun ücreti, maaşlı mensupları olarak emekçi sınıfın içindeyiz.

Kamucu Tavır:

Vurguladığınız noktalar oldukça önemli. Bu kapsamda Cumhuriyet ve emekçiler bölüşüm ilişkileri bağlamında nasıl değerlendirilebilir?

Korkut Boratav:

Türkiye’de Devletçilik kitabımda bu konuda analizler bulunuyor. Cumhuriyet, sanayileşmeyi başlattığı için Türkiye toplumunun en yoksul katmanlarını oluşturan köylülüğü işçiliğe dönüştüren bir devrim de içerir. Yeni oluşan işçi sınıfı köy kökenlidir. Dolayısıyla bölüşüm ilişkilerinde sınıfsal konum olarak köylülüğün yaşam biçiminde, nicel göstergeleri ile hayat karşı standartlarında büyük bir sıçrama yaratmıştır. Bu da köylülüğün işçilere göre ideolojik tutuculuğuna karşı önemli bir adımdır. Bölüşüm ilişkilerinde ücret payındaki artışların büyük bölümü köylülükten işçi sınıfına geçişin istatistiklere yansımasıdır. Köylülükte kalanlar için farklı bir tablo vardır. Çünkü büyük buhranda bölüşüm ilişkilerinde en büyük darbeyi, tarımsal fiyatlardaki çöküş nedeniyle köylüler almıştır. Fakat bu darbe sanayileşme ye geçiş sayesinde hafiflemiştir. Sanayileşme, Türkiye’nin modernleşmesinin kritik adımıdır. Cumhuriyetçi kadrolar tarih sel olarak çok önemli bir tespit yaptılar: Bu tespit Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın giriş bölümünde yer alan 1933 tarihli bir analizde yer alıyor. Buna göre, dünya çapında oluşan sistematik eşitsizliklerin kökeninde sanayi leşmiş ülkelerle (“Garp/Batı”) hammadde ve ziraat üretiminde uzmanlaşmış ülkeler (“Şark”/Doğu”) arasındaki ilk uluslararası işbölümü vardır. Nedeni dünya ticaretinde fiyatların sistematik olarak sanayileşmiş ülkeler lehine seyretmesidir. Otuz yıl sonra bu durum dış ticaret hadlerinin sanayi ürünleri lehine dönüşme eğilimi olarak ifade edilmiş ve Latin Amerika ülkelerinde az gelişmişliğin temel bir nedeni olarak belirlenmiştir. 1933’te bu tespiti yapan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın yazarları, o tarihte Türkiye’nin de dünyanın hammaddeci/ tarımcı ülkeleri arasında yer aldığını vurguluyorlar. Bu vurgu lama, sanayileşmeyi ulusal bir öncelik yap maktadır. Daha da önemlisi, büyük buhranın bitiminde sanayici ülkeler arasında ihtilafların arttığına dikkat çekiliyor. İkinci Cihan Savaşı’nın ön-işaretleri kast edilmektedir. Türkiye için de gecikmeden, hızla sanayileşmek fırsatı çıkmaktadır. Önsözden aktaralım: “Büyük, sanayici memleketler,… ziraatçı memleketlerin silkinme hareketlerine ergeç set çekmek hususunda birleşeceklerdir. Bil hassa bu hakikat, muhtaç olduğumuz sanayiyi zaman kaybetmeden kurmak için en mühim muharrikimizdir.” Yarım yüzyıl sonra ABD hegemonyasındaki emperyalist sistemce tasarlanan neoliberalizmin Çevre ekonomilerindeki devletçi/planlamacı sana yileşme çabalarını köstekleyen yöntemlerine ilişkin gerçekçi bir öngörü ve erken-uyarı değil mi? Bu metin otuz yıl sonra Latin Amerika kökenli azgelişmişlik teorisinin ipuçlarını taşır. 1930’lı yıllarda İktisat Vekaleti’nde görev yapan Kadrocu yazarların katkısı olasıdır. Cumhuriyet’in kurucuları, planlama belgesin deki bu uyarıyla eş-zamanlı olarak hızlı sanayileşmeye dönük sentezi de keşfetmekteydi: Önce korumacılık… Gümrük tarifeleri ve it halat kotaları ile sağlanan etkili olanakları sanayi yatırımlarına dönüştüremeyen ticaret-kökenli özel sektörün yetersizliği karşısında ikinci adım Devletçilik… Kamu sektörünün, devletin yatı rımcı, üretken potansiyeli keşfedildi; geliştirildi. Türkiye’nin sanayileşmesi büyük ölçüde devlet işletmeleri ile gerçekleştirilmeye başladı.

Kamucu Tavır:

Cumhuriyet’in kuruluş süre cinde kuldan yurttaşa geçiş, öğretmenlerin, beyaz yakalıların öncü kadrolar olması, sanayileşme, işçi sınıfının ücret payının artması gibi başlıkları belirttiniz. Cumhuriyet’in 102. yılındayız. Bu dönemde süren bir tartışma var. 23 yıllık AKP iktidarı karşı devrimci bir süreci örmekte, Cumhuriyet’in halkçı, laik, kamucu, Aydınlanmacı damarlarını erozyona uğratmaktadır. Bu tartışma kapsamında bugün Cumhuriyet ülkemizdeki emekçiler için ne anlama geliyor?

Korkut Boratav:

Biraz önce başladığım analizi şimdi buraya taşıyayım. İslamcı programı tam manasıyla iktidara getiren süreç 2001 kriziyle başlar. DSP-MHP-ANAP koalisyonu, IMF programını harfiyen uygulayarak Türkiye’de ağır bir ekonomik-sosyal krizi tetiklemişti. O dönemde çok yaygın bir halk muhalefeti vardı. Ankara’da muhafazakarlığın kaynaklarından biri olan sanayi çarşısında bile protestolar gündemdeydi. Hatırlarsanız, o dönem bir esnaf yazarkasasını başbakanlığın önünde merdivenlere atarak eylem gerçekleştirmişti. CHP bu fırsatı kullanmak bir yana neoliberal programın mimarı olan DB’den Kemal Derviş’i partisine ve kampanyasına kattı. Bu süreçte yeni bir parti olarak AKP sokak muhalefetini üstlendi ve 2002 seçimini kazandı. Tek başına iktidar olan AKP, antidemokratik kimliğini İslamcı bir programa dönüştürerek Cumhuriyet’in temel ilkelerine karşı çıktı.

Kamucu Tavır:

2001’de CHP’nin neoliberal politikalara karşı bir programla çıkamadığını ve yükselen halk muhalefetini AKP’nin omuzladığını belirtiyorsunuz.

Korkut Boratav:

Ekonomik programla çıkmaması bir yana, “ben programı eksiksiz uygulayacağım, bu nedenle Kemal Derviş’i getiriyorum” söylemine dayalı bir siyaseti yeğledi.

Kamucu Tavır:

Toplum AKP siyasetinden oldukça yorgun. 19 Mart’tan itibaren gençlikte, sokaklarda muhalefet yükseliyor. Bu süreci nasıl analiz edebiliriz?

Korkut Boratav:

Erdoğan 2015’te seçimi kaybettiği halde, ortalığı kan revana bulayan bir süreçten sonra yeni bir seçim yaparak tekrar çoğunluğu kazandı. Asıl mesele, o tarihlerde neoliberal reçete Türkiye’ye parasal daralma önerirken Erdoğan bu reçeteyi reddetti ve buna rağmen büyümeyi sağlayan bir yöntem de buldu: Şirketlere bol ve enflasyonun altında ucuz kredi aktarımı… Diğer bir deyişle, büyümenin anahtarı ucuz kredi pompalamasındadır. Bu yöntem 2014-2022 yıllarında Cumhuriyet tarihinin en ağır bölüşüm şokuna sebep oldu. Cumhuriyet yıllarında emek-karşıtı bölüşüm şoklarını nicel olarak analiz edersek üç benzer dönem daha görebiliriz. Birinci dönem, 1929 büyük buhranı sonrasında köylülüğün kaybettiği dönemdir. İkinci dönem İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık ve yoksulluk yıllarında emek gelirlerinin erimesidir. Üçüncü büyük şok ise 1980’lerde neoliberalizme ilk geçiş dönemidir. Her üçünde de gelir dağılımının emek-karşıtı boyutları, 2015 2022 döneminin çok gerisindedir. Bugün ekonomi büyüyor. Bölüşüm, sadece emek payları olarak değil, reel ücretleri, diğer emek gelirlerinin reel düzeylerini dahi eriterek bozuluyor. Bu bozukluğun birinci boyutu, Tür kiye’nin rantiye kesimlerine emekçilerden ve tüm toplumdan gelir ve servet aktarımları ile ortaya çıkıyor. Bir yandan enflasyon etkisiyle reel ücretler eriyor. Aynı zamanda şirketlere, iş çevrelerine düşük faizli astronomik kredi pompalanıyor. Bu yıllarda dünyada göreli olarak en yüksek kredi genişlemesi gerçekleştiren ülkelerin ön sırasında yer alıyor Türkiye. Negatif maliyetli kredi pompalanması büyük sermayeyi, rantiye katmanları, yüksek varlıklı, vergi ödemeyen zenginleri ihya ediyor. Diğer boyutu ise, enflasyonun emek gelirlerinin düzeylerini dahi reel olarak aşındırmasıdır. Pompalanan krediler, aktığı çevreleri ihya ediyor. Ekonomi (kabaca) nüfus artış oranlarında büyürken, gayrimenkullere ve hisse senetlerine bağlanmış servet türleri reel olarak şişkinleşiyor. Artan servetler-arası eşitsizlik, er-geç (bazen de fazlasıyla) gelir dağılımına da taşınacaktır. Bu yılların emek aleyhinde ki bölüşüm şoku, hem servet, hem de gelir dağılımı bakımından Cumhuriyet tarihinin en ağır bölüşüm şokudur.

Kamucu Tavır:

Cumhuriyet’in en ağır bölüşüm şokunun yaşandığının altını çizdiniz. Bu bölüşüm şokundan kamu emekçileri nasıl etkileniyor?

Korkut Boratav:

Kamu emekçilerinin, kamu emeklilerinin yaşadığı kayıp da çok ağır… Ağırlaştıran ana mekanizma Mehmet Şimşek tarafından göreve başlarken açıklandı: Siyasi iktidarca belirlenen tüm gelir türleri (maaşlar, kamu sektörü ücretleri, emekli aylıkları, asgari ücretler destekleme ödemeleri) gerçekleşen enflasyona göre değil, TCMB’nin ve OVP gibi diğer hükümet belgelerinin hedeflediği enflasyona göre ayarlanacak. Sonraki dönemdeki tüm veriler gösterdi ki, bu yöntem sözü geçen tüm gelir türlerinin enflasyon gerisinde seyretmesi ile sonuçlanmıştır. TÜFE’nin hesaplanma yöntemi, daha da önemlisi, hedeflenen enflasyonun emek-karşıtı bir politika aracı olarak kullanılması sözü geçen gelir türlerinin aşınmasını sağladı.

Kamucu Tavır:

Eskiden sadece bir sınıftan diğerine aktarım olurdu. Şimdi emekçi sınıfların bir kesiminden başka bir kesimine de aktarım oluyor. Kamu emekçilerinden kesiliyor, asgari ücret artışları sübvanse ediliyor. Bu süreç emekçi kesimi eritirken sermayeyi büyütüyor.

Korkut Boratav:

Evet, adeta emekçi sınıfları da birbirine kırdırmanın ortamını yaratıyor.

Kamucu Tavır:

Biraz önce söylediğiniz nokta çok dikkat çekici. Dediniz ki sadece cumhuriyet düşmanı değil aynı zamanda emek düşmanı. Emekçilerle Cumhuriyet’in kaderinin hiç bu kadar kesiştiği bir dönem daha oldu mu? Bugün ikisini birlikte kurtarmak üzerine mi düşünmeliyiz?

Korkut Boratav:

Bugün ne yapmalı? Öncelikle, siyasi ittifaklardan bahsediyorsak Cumhuriyetçiler ittifakı çok büyük önem taşıyor. Ama, Cumhuriyetçiler ittifakının kimi yapısal problemleri üzerine düşünmek gerekir. Bir uçta iktidarla uzlaşabilen Türk milliyetçiliği, diğer uçta ise Cumhuriyet yanlısı mı karşıtı mı olduğu belli olmayan Kürt milliyetçiliğinin dalgalı konumu. Bu durum ittifaklar siyasetini güçleştiriyor. Buna bir de CHP içindeki çekişmeli siyasi konumları da ekleyebiliriz. Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği CHP ile Özel’in temsil ettiği CHP arasında farklar var. Kılıçdaroğlu’nun temsil ettiği CHP liberaldir. “Türkiye’de laiklik tehlike de değildir” dediği andan itibaren liberal kalabalığın içine katılmış oluyor. Liberalizmi Özal döneminden beri deneyimliyoruz. AKP’nin ilk yedi yılında da liberaller, AKP’nin Avrupa Birliği’ne katılma müzakereleri nedeniyle adeta büyülenmişlerdi. Altılı Masa salt AKP’ye muhalefet bakımından doğruydu. Diğer yandan İslamcı akımlarla karıştığı için yapaydı. Altılı Masa mitinglerinde büyük kalabalıklar ve coşku vardı. Çünkü bu kalabalıklar Cumhuriyetçiydi. Fakat kürsü öyle değildi. Kürsüde konuşanlar o coşkuya cevap veremiyorlardı. 19 Mart sonrasında ise Özgür Özel ile birlikte Cumhuriyet ve Cumhuriyetçilik vurgusu öne çıktı. Yani kitlelerden ürkmüş olan Kılıçdaroğlu’nun liberal sapmasından vazgeçildi. Geçenlerde “Atatürk’ü sevenler arkamdan gelsin…” dedi. Keşke bir Cumhuriyetçi Cephe’nin kurucusu olarak “… arkamızdan gelsin” diyebilseydi. 2007 sonrasında Türkiye’nin her köşesinde coşkulu Cumhuriyet mitingleri yaşandı. Sosyalist sol ve CHP mesafeli davranmışlardı. Aradan geçen yıllarda Cumhuriyet’in karşılaştığı tehditlerin tırmanması Cumhuriyet mitinglerinin yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.

Kamucu Tavır:

Günümüzde Cumhuriyet’in savunusunu önemserken en büyük bölüşüm şokunu yaşamış olan emekçileri nasıl merkeze alabiliriz? Emek hareketi ve sendikaların gündeminde neler olmalı sizce?

Korkut Boratav:

Bugün ana muhalefet lideri Özgür Özel de yaşanan şoku ve sermaye lehine olan politikaları sloganlarında kullanıyor. “Erdoğan fakir sevmez” diyor. Belki de hatırlatıyor ki Özal da bir ara ”Ben zengini severim” demişti. İşçiler ve sendikalar da bu tutumunu “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı…” diye yanıtlamışlardı. 12 Eylül rejimini izleyen 1989-1993 yıllarında canlanan işçi hareketi 1980-1987’de yaşanan emek-karşıtı bölüşüm şokunu telafi edebildi. Bugün de emek hareketi ve sendikaların benzer netlikle hareket etmesi önemlidir. AKP iktidarının eseri olan 2015-2022’nin emek-karşıtı bölüşüm şokunu da telafi etmenin yöntemlerini siyasete taşımalı; CHP’nin katılımını da sağlayarak hayata geçirme mücadelesini başlatmalıdır. Sosyalist sol, bu tür bir mücadelenin içinde aktif oyuncu olarak yer almalıdır. AKP-sonrasını, doğal olarak CHP’nin de yer aldığı bir Cumhuriyetçi Cephe’nin yürüteceği yeniden-inşa dönemi olarak şimdiden tasarlanması mümkündür. Bu dönemin ekonomik gündemi üç aşama olarak düşünülebilir. İlki, bölüşüm şokunun etkili telafi yöntemlerini içerecektir. Kamu maliyesinin geleneksel araçları radikalleşerek kullanılacaktır. 2008 2009 krizi sonrasında kullanılan servet vergisi deneyimlerinden yararlanmak gerekebilir. İkincisi, ekonomik bağımlılığa son verecek politikalar üzerinde odaklanılacaktır. Doğu Asya krizi sonrasında çevre ekonomilerinde dış açıklara son vererek yüksek büyümeyi mümkün kılan deneyimlerden yararlanılması mümkündür. Üçüncüsü yeniden kamuculuğa dayalı bir büyüme biçimi hatırlanmalı, canlandırılmalıdır. Hedeflerin ciddiye alındığı, gerçekten uygulanan Cumhuriyet planlamasının 100’ncü yıldönümü yakındadır. Devlet şirket mantığından, rant dağıtan işlevlerden arınmalı; üretici ve yatırımcı kimliğine geri dönmelidir.

Kamucu Tavır:

Hocam söyleşimizi bitirirken yarınlarımıza dair neler söylemek istersiniz?

Korkut Boratav:

Bu ülkede güzel yarınları kuracak güçlü gelenekler var. Tabii ki güzel günler göreceğiz. Siz kesin, belki ben bile!

{ "vars": { "account": "G-DWD9KP42D3" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } } < type="adsense" data-ad-client="ca-pub-7735276658433681">