Eğitimin geleceği, müfredat, öğretmen yetiştirme, okulların fiziki koşulları, çocuk hakları, okul sağlığı ve kamusal eğitim hakkı gibi konu başlıklarının tartışıldığı sempozyumumuza CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk, Emek Partisi Ankara İl Başkanı Rüstem Kahraman, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası MYK Üyesi Mahmut Yıldırım, Veli-Der Ankara Şube Başkanı Hülya Daran Deveci, Kadın ve Mücadele Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Neslihan Eröksüz, Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği’nden Sinan Kayalıgil, 29 Ekim Kadın Derneği Genel Başkan Yardımcısı Aynur Yılmaz, Kadın ve Mücadele Derneği Başkanı Hikmet Molu, Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkanı Cemile Didem Karaboğa, Ankara Öğretmen İnisiyatifi’nden Vildannur Yıldız, Eğit-Der Genel Başkan Yardımcısı Ünal Özmen, Eğitim-İş Bilim Kurulu üyelerimiz, sendikamızın şube başkanları ve üyeleri katıldı.
Genel Başkanımız Kadem Özbay’ın yaptığı açılış konuşmasının tam metni şöyle:
“Değerli bilim insanları, kıymetli eğitim emekçileri, sevgili mücadele arkadaşlarım; Eğitim-İş olarak düzenlediğimiz, eğitimin en can alıcı ve kritik başlıklarını iki gün boyunca bilimle, akılla ve emekle tartışacağımız sempozyumumuza hepiniz hoş geldiniz. Bu salon, yalnızca bir toplantı mekânı değil; çocuklarımızın geleceğine, öğretmenlerimizin onuruna, eğitim emekçilerinin taleplerine ve kamusal eğitim hakkına sahip çıkma iradesinin ortak bir buluşma noktasıdır.
Bugün burada yalnızca neye karşı çıktığımızı anlatmak için değil; aynı zamanda nasıl bir eğitim istediğimizi ortaya koymak için bulunuyoruz. Ancak şunu biliyoruz: Gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koymadan, sağlıklı bir inşa sürecine başlayamayız. Ve bugün Türkiye’de eğitimin içinde bulunduğu tablo acı, net ve derindir. Yıllardır uygulanan politikalar eğitimi tesadüfen değil, bilinçli biçimde çökertmiştir; gerici ve piyasacı bir anlayış eğitime nüfuz etmiş, artık dönüşüm aşamasına geçilmiştir.
Cumhuriyetin hedefi; fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmekti. Bugün ise cumhuriyet değerlerinden kopuk, eleştirel düşünceyi dışlayan, dini siyasetin aparatı hâline getiren bir zihniyetin şekillendirmeye çalıştığı, sorgulamayan, itaat eden bir nesil hedeflenmektedir. Eğitim, toplumu ortak gelecekte buluşturan bir zemin olmaktan çıkarılmaktadır.
Eğitim, kamusal bir hak olmaktan çıkarılmış; velinin gelirine, bütçesine, yaşam koşullarına bağlı bir ayrıcalığa dönüştürülmüştür. AKP iktidara geldiğinde özel okullar eğitim sistemi içinde yüzde 1’lik küçük bir paya sahipken, bugün yüzde 20’lere ulaşmış; özel okul sayısı 15 bine dayanmaktadır. Eğitim piyasaya devredilmiş, ticarileştirilmiş, çocukların geleceği ekonomik koşullara göre belirlenir hale gelmiştir. Binlerce kurs ve etüt merkezi, yani dershanelerin yeni ambalajlı hâli, ülkeyi baştan başa kaplamıştır. Öyle ki yalnızca Ankara’nın Çankaya ilçesinde bile özel eğitim kurumlarının sayısı devlet okullarını geçmiştir. Bu tablo, eğitimin kamu güvencesinden koparılarak ekonomik bir ayrıcalığa dönüştürüldüğünün en somut kanıtıdır.
Bugün eğitimin en ağır tahribatı laiklik alanında yaşanmaktadır. Eğitimde yaşanan sorunlar sadece pedagojik değildir; Cumhuriyetin kurucu ilkelerine yönelmiş sistematik bir müdahaledir. Laiklik, bu ülkenin eğitimde vicdanını, aklını ve toplumsal barışını koruyan temel ilkedir. Laikliği aşındıran her hamle, bilimi zayıflatır; çocuğu dogmanın içine iter; toplumu kutuplaştırır. Eğitimden laikliği çekip alanlar aslında Cumhuriyetin ortak yaşam sözleşmesini ortadan kaldırmaktadır. Laiklikten uzaklaşmak, ülkeyi karanlığa teslim etmektir. Laik, bilimsel ve kamusal eğitim olmadan özgür birey yetişmez, toplumsal barış korunmaz, Cumhuriyet ayakta kalamaz. Bu nedenle laik eğitim, bu ülkenin varlık koşuludur.
Gerici müfredat eliyle pozitif bilim derslerinin sayısı azaltılmış, içeriği boşaltılmış; felsefe, kültür, sanat ve sosyal gelişim dersleri geri plana itilmiş; dogmatik içerikler öne çıkarılmıştır. Sürekli değiştirilen sınav ve ölçme-değerlendirme sistemleri, öğrencinin gelişimini izleyen bir yapı olmaktan çıkmış; hayatları belirleyen bir eleme düzenine dönüşmüştür. Bu süreçte MEB de asli görevini yapamaz hale gelmemiş; tam tersine yıllardır uygulanan politik tercihlerle bilinçli biçimde yapmaz hale getirilmiştir. Bakanlık, eğitimin bilimsel ve kamusal niteliğini korumak yerine adım adım Diyanet’in bir alt kurumu gibi yapılandırılmış; tarikatların, cemaatlerin ve piyasa aktörlerinin belirlediği bir karar mekanizmasına dönüştürülmüştür. Eğitim politikaları, pedagojik gerekliliklere göre değil, Saray’ın ideolojik yönelimlerine göre şekillendirilmekte; TÜGVA, TÜRGEV ve benzeri yapılar ile Maarif Vakfı’na tanınan ayrıcalıklar, adeta paralel bir Millî Eğitim Bakanlığı yaratmaktadır. Böylece eğitim, kamusal bir hizmet olmaktan çıkarılarak siyasetin, ideolojinin ve piyasanın müdahalesine açık bir alana dönüşmüştür.
Atatürk “Vatanı korumak çocuğu korumakla başlar” diyordu; ancak bugün çocuklarını koruyamayan bir eğitim sistemi vardır.
Barınma, beslenme ve ulaşım gibi en temel sorunlar çözülememiş; çözülmediği için de tarikat ve cemaatlerin nüfuz kuracağı alanlar genişletilmiştir. Yüz binlerce çocuk okuldan kopmakta; Cumhuriyetin “kimsesizlerin kimsesi” olma iddiası yerini yoksul çocukların kimsesiz bırakıldığı bir düzene bırakmaktadır.
Türkiye’de binlerce okul laboratuvarsız, kütüphanesiz, spor alanı olmadan, atölyesiz; kalabalık sınıflarla tıka basa dolu şekilde eğitime devam etmeye çalışmaktadır. Okulların yoksullaştırılması, altyapısız bırakılması, kamunun kendi okullarına değil, protokollerle vakıflara ve derneklere kaynak aktarması artık gizlenemez hale gelmiştir.
İmam hatip ortaokullarının açılmasıyla temel eğitim çağında ikili bir model yaratılmış; eğitim-öğretim birliği fiilen yok sayılmıştır. Diğer okul türleri kalabalığa, yoksulluğa ve fiziki yetersizliklere mahkûm edilirken imam hatipler boş dersliklerine rağmen korunmuş, genişletilmiş ve desteklenmiştir. Zorunlu-seçmeli din dersleri aracılığıyla pek çok okul fiilen imam hatip okuluna dönüştürülmüş; bazı yerlerde kız ve erkek öğrenciler için ayrı merdiven, ayrı koridor uygulamaları hayata geçirilmiş; öğretmenler kadın ve erkek olarak ayrı odalara ayrılmıştır. Bu tablo, Cumhuriyetin eğitim felsefesine yapılan açık bir müdahaledir.
Öğretmen emeğinin değersizleştirilmesinin en çarpıcı göstergesi atama politikalarıdır. AKP iktidara geldiğinde 60 binlerde olan atanamayan öğretmen sayısı bugün 1 milyona yaklaşmıştır. Bu sayı, kamu sorumluluğunun terk edilmesinin, yılların emeğinin ve umudunun yok sayılmasının acı bir sonucudur. Yüz binlerce öğretmen “ücretli öğretmenlik” adı altında asgari ücretin bile altında çalıştırılmakta; meslek güvencesi adım adım ortadan kaldırılmaktadır. Öğretmeni yoksullaştıran ve güvencesizleştiren bir düzenin çocuklara güvenli ve sağlıklı bir gelecek sunması mümkün değildir.
Okul; çocuğun güven duygusunu kazanacağı, hayata hazırlanacağı, geleceğini kuracağı ilk yerdir.
Ama bugün geldiğimiz noktada okullar; güvenin değil, güvensizliğin, umutların değil, belirsizliğin üretildiği alanlara dönüşmüş durumdadır.
Eğitimle gelecek arasındaki bağ zayıflamış değil; kopma noktasına gelmiştir.
- Okullarımız Yoksullaştırılıyor: Okul binaları, öğrencilerin sağlıklı bir yaşam sürmesi için gereken kaynaklardan mahrum bırakılıyor. Okullarımız, yandaş vakıflara, derneklere, cemaatlere alan açmak uğruna kamusal niteliğinden uzaklaştırılıyor, adeta ideolojik laboratuvarlara dönüştürülüyor.
- Müfredat İdeolojik Kuşatma Altında: Çocuklarımızın dünyayı anlama biçimi, bilimden, felsefeden ve sanattan uzaklaştırılıyor. Akla ve bilime karşı, çağ dışı bir ideolojik kuşatma müfredatı esir almış durumda. Bu ülkenin çocukları, deneme tahtası değildir!
- Öğretmen Emeği Değersizleştiriliyor: Öğretmenlerimiz, ekonomik yoksullukla, baskıyla, mobbingle ve itibar suikastlarıyla mücadele ediyor. Kariyer Basamakları Garabetiyle bölünüyor, ucuz işgücü olarak görülüyorlar. Öğretmen emeği, ucuz işgücü hiç değildir! Öğretmenin itibarı, eğitimin itibarının temelidir.
- Çocuklarımızın Hakları Yok Sayılıyor: Çocukların en temel hakkı olan beslenme ve sağlık hakkı, siyasi tercihlere kurban ediliyor. Okul ortamları sağlıksız hale getiriliyor. Oysa sağlıklı okul ortamları, ülke için iyi bir geleceğin olmazsa olmazıdır. Çocuklar bugün suça eğilimli hale geldiyse, eğitime yeteri kadar önem verilmediğindendir.
Biz diyoruz ki: Eğitim hakkı pazarlık konusu değildir!
Her yıl yeni raporlar açıklanıyor. Her yıl “başarı”, “rekor”, “zirve” deniliyor. OECD raporlarından söz ediliyor.
Ama sahadaki tablo bambaşka:
- Üniversite mezunlarının yalnızca %67’si istihdamda.
- Yaklaşık 1 milyon üniversite mezunu işsiz.
- Her 5 gençten biri üniversite eğitimini tamamlayamadan bırakıyor.
Demek ki mesele üniversiteye girmek değil; mezun olduktan sonra hayata tutunabilmektir. Eğitimle üretim arasındaki bağ kopmuştur. Üniversiteler bilim üreten kurumlar olmaktan çıkmış, işsizliğin bekleme salonuna dönüşmüştür.
Bir de okul öncesi meselesi var. Türkiye’de okul öncesi eğitim hâlâ zorunlu değildir. 5 yaş için söylenen %90’lara varan okullaşma oranlarının yaklaşık yarısı; özel kurumları, Diyanet’e bağlı sıbyan okullarını, tarikatların sözde eğitim yerlerini kapsamaktadır.
Devlet okullarındaki gerçek okullaşma oranı ise %50’ler seviyesindedir. Yani kamusal okul öncesi eğitim yaygın değil; paralı ve dini yapılara devredilmiş durumdadır.
Ve tablo büyüyerek devam ediyor. Bugün gelinen noktada tablo rakamlarla da nettir:
• 564.651 öğrenci taşımalı eğitimdedir. Bunun nedeni açıktır: 2002–2003’te 32 bin 401 olan köy okulunun yaklaşık 20 bini kapatılmıştır.
• 611.612 çocuk zorunlu eğitim çağında olmasına rağmen okulda değildir.
• 282.135 çocuk örgün eğitim yerine açıköğretime itilmiştir.
• 535.467 çocuk MESEM’lerde çalıştırılmaktadır.
• Meslek liselerinde 2023 yılı devamsızlık oranı %46,6’dır. Yani neredeyse iki çocuktan biri.
• İmam hatip liselerinde devamsızlık oranı %29,3’tür. Yani üç çocuktan biri.
Bu ülkenin çocukları eğitimden koparılmıştır. Eğitim hakkı bir hak olmaktan çıkarılıp, bir ayrıcalık haline getirilmiştir.
MESEM uygulamasıyla çocuklarımız “eğitim” adı altında üretim bantlarına gönderilmektedir. Çocuklar okuldan yalnızca uzaklaşmıyor; gelecekten uzaklaştırılıyor. Çünkü okul artık onlara güven ve umut vermiyor.
Üstelik çocuğun sosyal ve duygusal gelişimi, eğitim politikalarının tamamen dışına itilmiş durumdadır. Rehberlik hizmetleri yetersiz. Psikolojik destek yok denecek kadar az. Sanat yok. Spor yok. Kültür yok. Sadece sınav var. Sadece rekabet var. Sadece baskı var.
Sonra ne oluyor? Okullarda şiddet artıyor. Akran zorbalığı yayılıyor.
Öğretmene saldırılar sıradanlaşıyor. Ama çözüm olarak: hukuk konuşulmuyor, bilim konuşulmuyor, kamusal önlem konuşulmuyor.
Onun yerine nasihat veriliyor. Vaaz dili kullanılıyor. Oysa şiddet söylemle değil; güçlü kamusal politikalarla, rehberlikle, sosyal destekle önlenir.
Bu tablo kendiliğinden oluşmadı. Bu çöküşün bir siyasi sorumluluğu vardır.
AKP’nin yıllardır izlediği eğitim politikaları:
• Kamusal eğitimi zayıflatmış,
• Özel okulları büyütmüş,
• MESEM’lerle çocuk işçiliğini kurumsallaştırmış,
• Okul öncesini piyasanın ve dini yapıların alanına terk etmiş,
• Öğretmeni güvencesizleştirmiştir.
Ve bu süreç, Yusuf Tekin döneminde daha da derinleşmiştir.
Bugün öğretmen:
• Ekonomik olarak tükenmektedir,
• Mesleki olarak yalnızlaştırılmaktadır,
• Güvencesizliğe mahkûm edilmektedir.
Biz tüm bu çöküşe sadece karşı çıkmıyoruz! "Güçlü İfşa" yetmez, yanına "Güçlü İnşa"yı da koyuyoruz. Eğitim-İş, bu ülkenin çocukları ve öğretmenleri için nasıl bir eğitim sistemi gerektiğini, bilimle, akılla ve emekle ortaya koyuyor. Bu sempozyum, bu anlayışın somut bir ürünüdür.
İki gün boyunca alanında uzman isimlerle, eğitimin geleceğini yeniden şekillendirecek temel konuları ele alacağız:
1. Güvenli Okul ve Çocuk Ruh Sağlığı: Okul iklimini, çocuk ruh sağlığını ve güvenli okul yapılarını nasıl oluşturacağımızı tartışacağız. Okulun, çocuğun sığınağı ve en güvenli yeri olması için mücadele edeceğiz.
2. Okulda Beslenme Hakkı: Geciken ama yaşamsal olan bir hakkı, Okulda Beslenme Hakkını bir lütuf değil, kamusal bir sorumluluk olarak nasıl tesis edeceğimizi bilimsel verilerle ortaya koyacağız.
3. Müfredat ve Öğretmen Yetiştirme Politikaları: Müfredatın niteliğini, laik, bilimsel ve akılcı temellere nasıl oturtacağımızı ve öğretmen yetiştirme politikalarını nasıl baştan sona düzenleyeceğimizi konuşacağız.
4. Kamusal, Zorunlu, Karma ve Laik Eğitimin Geleceği: Eğitimin siyasal, dinsel ve ekonomik baskılardan arındırılarak, tüm yurttaşlara eşitlik sunan kamusal, zorunlu, karma ve laik niteliğinin yeniden nasıl güçlendirileceğini masaya yatıracağız.
Eğitim, parçalara ayırılarak dönüştürülemez. Öğretmenin itibarı, okulun güvenliği, müfredatın niteliği, çocukların beslenmesi...
Hepsi bir bütündür ve ancak bir bütün olarak ele alındığında gerçekten dönüştürülebilir.
Bu sempozyumdan çıkacak her bir rapor, her bir öneri; mücadelemizin bilimsel ve üretken zemini olacaktır.
Bugün eğitimle gelecek arasındaki köprü yıkılmıştır. Ama bu köprüyü yeniden kuracak irade burada, bu salondadır. Bu çöküş bir kader değildir. Bu, bilinçli tercihler zincirinin sonucudur. Ve biz bu ülkenin çocuklarının bu karanlık düzene mahkûm edilmesine izin vermeyeceğiz. Şunu unutmamak gerekir;
Çocuğun gelişimi bireysel bir mesele değil; toplumsal, politik ve kamusal bir örgütlenme meselesidir. Çünkü toplumun aynası çocuklardır; geri kalan her şey onların ardından gelen gecikmiş yansımadır.
Bu ülkenin çocuklarının deneme tahtası olmasına izin vermeyeceğiz; öğretmen emeğinin değersizleştirilmesine seyirci kalmayacağız; eğitim hakkının pazarlık masasına sürülmesine müsaade etmeyeceğiz.
Geleceğimizi, bilimle, akılla ve kararlılıkla yeniden inşa edeceğiz!
Sempozyumumuzun başarılı geçmesini diliyor, tüm katılımcılara teşekkür ediyorum. “
“Nasıl Bir Eğitim? Nasıl Bir Okul?” başlıklı sempozyumumuz 2 gün süren oturumlarla devam etti.