Yeterli Araştırma ve İnceleme Yapılmadan Adli Para Cezasına Hükmedildiği İddiasıyla Yapılan Başvuruya İlişkin Karar

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 17/4/2025 tarihinde, Menduh Ataç (B. No: 2021/20360) başvurusunda Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucu hakkında sahibi ve yetkilisi olduğu işyerinde müştekinin bilgisi ve rızası olmadan müşteki adına abonelik sözleşmelerinin düzenlendiği iddiasıyla 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu'na muhalefet suçundan iddianame düzenlenmiştir. Basit yargılama usulünün uygulanmasına karar veren mahkeme başvurucunun 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmetmiştir. Başvurucunun söz konusu karara itirazı üzerine mahkeme bu kez yargılamanın genel hükümlere göre yapılmasına karar vermiştir. Başvurucu; yargılama aşamasında alınan savunmasında sözleşme düzenleme yetkisinin alt bayilerde olduğunu, kendisinin üst bayi konumunda olduğunu, sözleşme düzenlemediğini, sadece hat açma işlemi yaptığını, hakkında aynı suçtan başka mahkemede yapılan yargılamada beraat kararı verildiğini, bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay emsal kararlarına göre üzerine atılı suçun oluşmadığını, bu nedenlerle üzerine atılı suçlamayı kabul etmediğini belirtmiştir. Yapılan yargılama sonunda başvurucunun 1.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına kesin olarak karar vermiştir.

İddialar

Başvurucu, kararın soncunu değiştirebilecek nitelikteki esaslı iddiaların karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

05 Aralık 2025 Tarihli ve 33098 Sayılı Resmî Gazete
05 Aralık 2025 Tarihli ve 33098 Sayılı Resmî Gazete
İçeriği Görüntüle

Mahkemenin Değerlendirmesi

Yargılama merciinin aynı maddi veya hukuki olguyla ilgili olarak başka bir yargı merciinin vardığından farklı bir sonuca ulaşması hâlinde bunun dayanaklarını gerekçeli kararında göstermesi beklenir. Anayasa'da güvenceye bağlanan tüm temel hak ve özgürlüklerin yorumunda gözetilmesi gereken temel bir ilke olarak düzenlenen hukuk devleti ilkesi, yargı organlarının aynı maddi veya hukuki olgularla ilgili olarak çelişkili kararlar vermekten mümkün olduğunca kaçınmasını gerekli kılar. Aynı maddi veya hukuki vakıalarla ilgili olarak farklı kararlar verilmesi hukuk devleti ilkesini zedeleyebileceği gibi kişilerin hukuka olan inancını da zayıflatabilir. Bu nedenle bir maddi veya hukuki vakıa ile ilgili olarak başka bir yargı mercii tarafından bir kimse lehine karar verildiği ancak diğer bir yargı merciinin aynı olgu hakkında farklı bir sonuca ulaştığı durumlarda bunun gerekçesinin belirtilmesi gerekir. Yargı merciinin bu gibi durumlarda gerekçe gösterme yükümlülüğü, kişilerin hukuka olan güvenlerinin sarsılmaması için hayati önemdedir.

Somut olayda başvurucunun üzerine atılı suçun sübutu bakımından müştekinin bilgisi ve rızası dışında oluşturulan sözleşmeyi mutlaka kendi el yazısı ile düzenleyip imzalaması şartı aranmadığı, başvurucunun yetkilisi olduğu şirket bizzat sözleşme oluşturma fiilini gerçekleştirmese dahi şirketin hattın aktivasyonunu sağlayacak onay işlemlerini gerçekleştirmesi neticesinde kişinin bilgisi dışında abonelik işlemi yapma suçundan başvurucu hakkında hüküm kurulmuştur. Ancak verilen kararda davanın sonucunu etkileyebilecek nitelikteki sözleşmeyi alt bayinin düzenlemesine ve sorumluluğun alt bayide olmasına, üst bayinin bu sözleşmenin düzenlenmesi aşamasına dair bir bilgisinin olmamasına, yine başvurucunun aynı suça ilişkin olarak sunduğu bölge adliye mahkemesi ve Yargıtay emsal kararlarına dair itirazları hakkında bir değerlendirme yapılması gerekirken bu yükümlülüğün yerine getirilmediği görülmüştür. Öte yandan yukarıda anılan konuyla ilgili Yargıtay içtihatları da gözetildiğinde bu değerlendirmenin gerekliliği daha belirgin hâle gelmektedir.

Eldeki başvuruda mahkeme, kanuna aykırı olarak düzenlenen sözleşmeyi üst bayi olan şirketin yetkili temsilcisi başvurucunun onaylamasını mahkûmiyet için yeterli görmüştür. Şirket yetkilisi olan başvurucunun sözleşmeyi bizzat düzenlememesi, sadece hat açma işlemini gerçekleştirmesi karşısında mahkemece mahkûmiyete esas alınan fiillerin başvurucuyu cezai yönden sorumluluk altına sokmasının gerekçeleri kararda yeterince ortaya konulamamıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Sosyal Denge Sözleşmesinin Ek Hükümleri Kapsamındaki Ödemeler Nedeniyle Oluşan Kamu Zararının Tazminine Karar Verilmesine Karşı Yapılan Başvuruya İlişkin Karar

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 15/5/2025 tarihinde, Musa Özalp (B. No: 2020/5754) başvurusunda Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

Olaylar

Başvurucunun imar ve şehircilik müdürü olarak görev yaptığı belediye ile sendika arasında 2011 yılında sosyal denge sözleşmesi imzalanmıştır. Sendika üyesi çalışanlara sosyal denge yardımı adı altında yapılacak ek ödemenin hangi dönemlerde ve ne miktarda yapılacağının düzenlendiği sosyal denge sözleşmesine 2016 yılında iki geçici madde eklenerek emekli olan memur personelin her birine sırasıyla 5.000 TL ve 10.000 TL olmak üzere ek sosyal denge tazminatı ödeneceği belirtilmiştir. Sayıştay, söz konusu ödemelerin mevzuatta öngörülmediği ve belediyeye ek mali yük getirdiği gerekçesiyle kamu zararının başvurucunun da aralarında bulunduğu sorumlulardan tazminine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine inceleme yapan Sayıştay Temyiz Kurulu (Kurul), söz konusu ödeme yükümlülüklerinin 15/3/2012 tarihinden sonra yapılan düzenlemelerle getirildiğini, bu nedenle 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun geçici 14. maddesi kapsamı dışında kaldığını belirtmiş ve Sayıştay kararını onamıştır.

Başvurucunun karar düzeltme talebi de Kurul tarafından reddedilmiştir. Kurul, harcama yetkilisi olarak başvurucunun sorumlu tutulmasında mevzuata aykırılık bulunmadığını, emeklilik ödemelerinin sosyal denge sözleşmesi kapsamında yer alamayacağını ve söz konusu işlemlerle kamu zararının oluştuğunu değerlendirmiştir.

İddialar

Başvurucu, denetim faaliyeti sonucu tespit edilen kamu zararının tazmin edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Somut olayda belediyenin bir kısım personele ek sosyal denge tazminatı ödemesinin dayanağını belediye ile sendika arasında imzalanan 2011 tarihli sosyal denge sözleşmesine 2016 tarihinde eklenen iki geçici madde oluşturmaktadır. Belediyede imar ve şehircilik müdürü olan başvurucu, sosyal denge sözleşmesinin tarafı olmayıp belediyece imzalanan sözleşmenin uygulanmasında harcama yetkilisi olarak görevlendirilmiştir.

Öte yandan Sayıştay ve Kurul kararlarının gerekçelerinde sosyal denge sözleşmesine yeni mali hükümler eklenmesine olanak bulunmadığı hâlde 2016 yılında kendi isteğiyle emekli olan personele sosyal denge tazminatı ödenmesinin 2011 yılında imzalanan sosyal denge sözleşmesine kanuna aykırı olarak ilave mali yükümlülükler getirilmek suretiyle yapıldığı, bu şekilde kamu zararına yol açıldığı belirtilmiştir.

Kurulun 11/9/2019 tarihinde karar düzeltme talebini değerlendirdiği ilamında başvurucu ve diğer sorumlular hakkında sorumluluk değerlendirmesi yapılmış, harcama yetkilisinin talimatı olmadan harcama yapılamayacağı belirtilmiştir.

Harcama yetkilisi olmayı kabul eden başvurucunun 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nun 32. maddesine göre harcama talimatını mevzuata uygun olarak verme görevi bulunmaktadır. Aksi takdirde aynı Kanun'un 71. maddesine göre sorumlu tutulabileceği kanun gereğidir. Harcama yetkilisinin sosyal denge sözleşmesini imzalayan taraflardan birisi olmaması sorumluluğun değerlendirilmesinde önem arz etmemekte olup harcama yetkilisinin harcamanın mevzuata uygun olup olmadığını değerlendirmesi gerekmektedir. Bu durumda başvurucunun bu değerlendirmeyi yapması sonucu harcama talimatı verebileceği gibi mevzuata aykırılığı tespit ederek harcama yetkilisi olmaktan vazgeçip bu sorumluluğu üstlenmemesi de mümkündür. Şu hâlde mevzuata aykırı bir harcamaya dair talimat veren başvurucunun kanunen yerine getirmek zorunda olduğu bir görevini yapmaması nedeniyle oluşan kamu zararından sorumlu tutulduğu anlaşılmıştır. Başvurucunun bu sorumluluğu ilgili kanun hükümlerine göre Sayıştay tarafından tespit edilmiş ve başvurucu, Sayıştay tarafından yapılan yargılamada itirazlarını serbestçe ileri sürme imkânı elde etmiştir. Bunun yanında yargısal makamların kararlarının makul bir değerlendirme içermediği veya keyfî olduğu da söylenemeyecektir.

Başvurucunun yapılan ödemeye ilişkin olarak ilgililere karşı hukuksal yollara başvurabileceği, bu bağlamda Anayasa'nın 35. maddesinde öngörülen güvencelerin de sağlandığı gözetildiğinde müdahalenin başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemediği değerlendirilmiştir. Buna göre başvurucunun mülkiyet hakkının korunması ile müdahalenin kamu yararı arasında olması gereken adil denge bozulmamış olup mülkiyet hakkına yapılan müdahale ölçülüdür. Dolayısıyla başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edilmediği anlaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.