10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle, dünyada ve Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerinin son bulması için toplumun tüm kesimlerini haklarına, özgürlüklerine ve geleceklerine sahip çıkmaya ve örgütlü mücadeleyi güçlendirmeye çağırıyoruz.
Bugün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilişinin üzerinden 77 yıl geçti. Türkiye, Evrensel Bildirgeyi kabul ettikten bir yıl sonra imzalamasına rağmen, ülkemizde temel hak ve özgürlükler büyük ölçüde kâğıt üzerinde kalmıştır.
Türkiye’de düşünceyi ifade ve örgütlenme özgürlüğünün fiilen ortadan kaldırılması, sendikal faaliyet üzerinden fiilen ve keyfi olarak suç üretme çabaları devam etmektedir. Anayasa’da yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasaklanmakta, en temel demokratik tepkilerini gösteren öğrenciler, gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları gözaltına alınarak tutuklanmaktadır.
Türkiye’nin insan hakları karnesi tarihte hiç olmadığı kadar karanlıktır. İktidar gibi düşünmeyen, tüm kişi ve kurumlara yönelik olarak hayata geçirilen hak ihlalleri her geçen gün artmaktadır. Yasal olarak kalkmasına rağmen fiilen sürdürülen ve darbe dönemlerini aratmayan olağanüstü yönetim anlayışının yansıması olarak hukuksuz bir şekilde sendikal faaliyetlerin engellenmesi, demokratik eylemlerin suç sayılması, iktidarın yargı kararlarını doğrudan etkileyen bir tutum göstermesi “tek adam rejimi”nin kaçınılmaz sonucudur.
20 Temmuz 2016’da sonrasında ilan edilen OHAL ve sonrasında çıkarılan KHK’ler nedeniyle ortaya çıkan hak ihlalleri devam etmektedir. 130 bine yakın kamu görevlisinin savunmaları bile alınmadan işten atılması, hiçbir yerde çalışma hakkı tanınmaması, sosyal haklarına ve banka hesaplarına el konulması, keyfi gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler ve bunun gibi ne kadar hak ihlali varsa hepsi geçtiğimiz yıllarda hayata geçirilmiştir. İktidarın ihraç edilen ya da açığa alınan kamu görevlileri için ‘bir daha geri dönmemek üzere kamu görevinden çıkarma’ kararı vermesi, ihraç edilen kamu görevlilerin ‘yaşam hakkı’ ve ‘çalışma hakkı’na yönelik açık bir tehdittir.
Muhalif belediyelere kayyım atanması, temel bir insan hakkı olan seçme ve seçilme hakkının ihlali anlamına gelmektedir. İktidarın seçimle alamadığı belediyeleri kayyım atayarak ele geçirmesi, seçilmiş yöneticilerin halkın iradesi doğrultusunda görev yapma hakkını gasp eden bir uygulamadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. protokolünün 1. maddesi, serbest seçim hakkını güvence altına alırken, halkın seçtiği yöneticilerin görevden alınarak yerine atanmış kişilerin getirilmesi bu hakkın ihlal edilmesi anlamına gelmektedir.
İktidarlar, gücünü önceden belirlenen kurallar ve yasalardan almak zorundadır. Ancak yasaların ve kuralların olması, temel hak ve özgürlüklerin yasalarda yazılı olması tek başına yeterli değildir. Yasalara ya da kurallara uyulması ve onların çizdiği sınırlar içinde hareket edilmesi başta iktidar olmak üzere, herkesin öncelikli sorumluluğudur.
Türkiye’de insan olmak, emekçi olmak, kadın olmak, çocuk olmak ve hak aramak her geçen gün zorlaşmaktadır. İktidarın giderek artan baskıcı politikaları kadınların ve çocukların daha çok şiddet görmesine ve şiddete karşı daha savunmasız bırakılmasına neden olmaktadır. Kadınların yaşam hakkı ve çalışma hakkı başta olmak üzere, eşitlik, adalet ve özgürlük taleplerine yönelik baskı ve tehditler azalmak bir yana sürekli artmaktadır.
Eğitim-Sen




